Celaleddin Muhammed Topal
Birçok insan Çokluk, farklılık, ihtilaf ve bölünmelerin olduğu bir yerde birliğin olmayacağını yahut olamayacağını düşünür. Belki de çokluk ve ihtilaf gibi kavramlar vahdetin karşısında yer aldığından ve bu iki kısım arasında bir çeşit karşıolum (tekabül) söz konusu olduğundan dolayı bu tarz bir yaklaşım çoğu kişi tarafından rahatlıkla kabul edilebilir.
Öte yandan bir grup da “çokluk varsa vahdet olmaz” şeklinde tanımlayabileceğimiz bu düşünce biçimini her ne kadar da kabul etmediğini söylese de en az söz konusu nazariyenin taraftarları kadar bu yaklaşımı pratikte uygulamaya gayret gösterir.
“Çokluk varsa vahdet olmaz” anlayışı her ne kadar da ilk bakışta mantıklı bir ibare gibi gözükse de ifadenin kavramları akıl gözlüğüyle incelemeye konu edildiğinde farklı bir sonuç ortaya çıkabilir.
Maddî ve cismanî tüm varlıklar zaman ve mekâna bağlıdır. Konuya zaman ve mekân karıştığında ise çokluk, farklılık, ihtilaf ve sürtüşme karşımıza çıkar. Başka bir deyiş ile madde âlemi ve bu âlemin içerisindeki cismanî varlıklar birden çok olduğundan doğal olarak teklik söz konusu değildir ve bu âlemde çokluk veya kesret hakimdir.
Elbette ki çokluk veya kesret olduğundan dolayı farklılık ve ihtilaf da vardır çünkü madde âleminde birden çok olan şeylerin arasında farklılık ve ihtilafın olmaması için her şeyin tek bir yerde, tek bir anda, tek bir biçimde, tek bir durumda vs. bulunması gerekir ki doğal olarak bu vaziyet maddenin ve madde âleminin şartlarıyla çelişmektedir.
Görüldüğü üzere “çokluk varsa vahdet olmaz” olarak beyan edilen yaklaşım esas alındığı takdirde “Dünyada vahdetin herhangi iki şey arasında sağlanması imkansızdır” sonucu kaçınılmaz olarak karşımıza çıkar.
Bu durumu daha somut olarak ele alacak olursak “çokluk varsa vahdet olmaz” yaklaşımını benimseyen insanlar Şii ve Sünni meselesinde de aynı bakış biçimini yürüterek Şii, Sünni olmadığı sürece veya Sünni, Şii olmadığı sürece vahdetin sağlanamayacağını dolayısıyla ikisi arasında vahdetin mümkün olmadığını savunur çünkü bu düşünce biçimine göre iki şey, iki şey olduğu sürece vahdete kavuşamaz.
Peki birçok din âlimi ve düşünür tarafından tarih boyunca defalarca kullanılan vahdeti sağlamak, vahdete ulaşmak, vahdeti benimsemek ve vahdete kavuşmak gibi kavramlar gerçekten “ikisinden biri diğeri olsun ki vahdet olsun” yaklaşımı temelinde mi söylenmiştir?
Bu kadar bedihî ve apaçık olan bir yaklaşıma dair mi bunca önemli din âlimi ve düşünür “İslamî vahdet” olarak nitelenen ibareye vurgu yapmıştır? Yani tarihte derin ve olumlu izler bırakan bunca mütefekkir doğrudan söylemeye çekindiği için dolaylı olarak “ya Şiiler, Sünni olsun ya da Sünniler Şii olsun!” mu demeye çalışmıştır?
Öte yandan başka bir grup daha esnek ve daha makul bir tutum sergileyerek “Şii ve Sünni arasında ortak noktalar ve ihtilaflı olan konular vardır. Ortak noktaları güçlendirerek bu ikisini birbirine yakınlaştırmak gerekir” diyerek “İslami vahdet” ibaresi yerine “İslami ittihat” başlığını benimser. Görünüşe göre bu kesim de “vahdet” ibaresini mutlak teklik olarak anladığından ötürü doğal olarak bu kavramın yer yüzünde hiçbir iki nesne veya kavram arasında mümkün olamayacağını dolayısıyla bu konuda daha mantıklı bir anlam taşıyan “ittihat” ibaresinin esas alınması gerektiğini savunmasının yanı sıra Şii-Sünni konusunda da vahdet ibaresinin kullanılmasını lafız hatası yahut mantık hatası olarak nitelendirir.
Bu bakış açısında söz konusu ittihadın doğrudan bir metafiziksel ve ontolojik altyapısı söz konusu olmamasıyla birlikte “ittihat” durumunun herhangi iki kişi veya iki grup arasında sağlanabileceğini savunur. Başka bir deyişle ittihat ifadesi iki özne veya iki grubun bir süreliğine ortak bir hedef uğruna ortak adımlar atması, o hedef doğrultusunda bir olması anlamını taşımaktadır.
Örneğin bu bakış açısı temelinde Şii ve Sünni toplumlar el ele verip bir avuç Siyonist tarafından gasp edilmiş Filistin topraklarının işgalden kurtarılması uğruna ortak bir çaba gösterdiğinde Şii-Sünni ittihadı vuku bulmuştur. Yine örnekler üzerinden hareket edecek olursak İslam ülkeleri başta olmak üzere tüm dünya toplumlarının bağımsızlığını, huzurunu ve saadetini tehdit eden, Irak’ta, Afganistan’da, Yemen’de, Filistin’de vs. doğrudan ve dolaylı olarak milyonlarca insanı temelsiz bahaneleri gerekçe göstererek (bazen de herhangi bir gerekçe sunmaya gerek duymadan) katleden batı emperyalizmi ve günümüzde onun sembolü ve öncüsü olan ABD’ye karşı, Şii ve Sünni demeksizin tüm Müslüman ülkeler bir olup ortak düşmana karşı ortak adımlar atarsa emperyalizme karşı mücadele ekseninde Müslümanların arasında ittihat sağlanmış olur.
Peki değindiğimiz son örnekte, bazı Sünni ve Şii toplumlardan oluşan emperyalizme karşı mücadele eksenindeki bir ittihada Müslüman olmayan toplumlar katılamaz mı? Müslümanların ilkelerinden daha farklı niyetlerin temelinde Hristiyanlar, komünistler vs. aynı amacın ekseninde bu ittihada dahil olamaz mı? Örneğin emperyalizme karşı ekonomik veya askeri bir mücadeleye, Rusya veya Venezuela gibi ülkeler Müslümanların da içinde bulunduğu veya hatta başlattığı bir ittihada dahil olup Müslümanlar ile ortak bir düşmana karşı müttehit olamaz mı?
Görünüşe göre genellikle ortak noktaları güçlendirip tek bir amaç uğruna ortak adımlar atmak olarak anlatılan “ittihat” ifadesi her ne kadar da Müslüman ülkeler ve toplumlar arasındaki işbirliği, yakınlaşmayı ve dostluğu anlatsa da gayri Müslimlerin kendi arasında yahut Müslümanlar ile beraber ortak bir amaç doğrultusunda hareket etmesini de kapsadığından ötürü her ne kadar da camî bir tanım olarak bilinse de manî değildir.
Tarifin efradını cami, ağyarını ise mani olması gerektiğini belirten mantıksal ilkeyi göz önünde bulundurarak “İslami ittihat” ifadesinin her ne kadar da kapsayıcı olursa olsun, İslam toplumlarına yönelik özgün bir ifade olarak kullanılamayacağını göz önünde bulundurarak “İslami vahdet” ibaresinin yerine geçemeyeceğini demek mümkündür.
Diğer yandan ittihat olarak isimlendirdiğimiz bu birlik, dayanışma ve işbirliği anlayışı için metafiziksel altyapının söz konusu olmadığını ve bu yaklaşımın ontolojik bir birlik anlayışından yoksun olduğunu göz önünde bulundurarak, söz konusu ittihadın değil bir tümelin tikelleri arasında iki ayrı ve hatta yer yer zıt olan iki grup arasında da gerçekleşebilmesi mümkündür. Örneğin mevcut Hristiyanlığın temel ilkelerini tümüyle reddeden ve onu sahte bir din olarak nitelendiren Yahudi-Siyonist bir toplum ile Hristiyan ülkeler arasında dahi böylesi bir ittihadın sağlanması mümkündür. (ki birçok konuda bunun örneklerini de görebiliriz)
Bahsi geçen görüşlerde “İslami vahdet” ibaresindeki “vahdet” sözcüğüne dair yaklaşımların vahdetin ya tamamen imkansız olduğunu veya vahdet, gerçek anlamıyla imkansız olduğundan ötürü vahdetin bir nevi indirgenmiş ve basitleştirilmiş bir biçimi olarak nitelendirebileceğimiz “ittihat”ın ancak mümkün olacağı sonucunu doğurduğunu görmüş olduk.
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا ۚ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنْتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلَىٰ شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَأَنْقَذَكُمْ مِنْهَا ۗ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Hep birden Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, bölük bölük olmayın ve anın Allah'ın size verdiği nimeti, anın o zamanı ki düşmandınız birbirinize, kalplerinizi uzlaştırdı, nimetiyle kardeş oldunuz. İçinde ateş dolu bir çukurun tam kenarındaydınız, sizi kurtardı oradan. Allah, doğru yolu bulursunuz diye delillerini böyle açıklar işte.”
( Kur’an-ı Kerim; Âl-i İmrân Suresi 103. Ayet)
Peki “İslami vahdet” gerçekten imkânsız mıdır veya sadece bazıları tarafından ittihat yerine
kullanılan bir lafız olarak mı ele alınması gerekir?
Yazının başında da belirtildiği üzere salt vahdet kavramı ma’kûl âlem için her ne kadar da geçerli olursa olsun, maddî âlemde mümkün değildir. Ancak bu nokta dikkate alınması gereken konu “İslami vahdet” anlayışında İslam’ın kutsal bir din olarak asıl ve temel olarak ele alınmış ve mezheplerin ise asıl olan İslam’ın kolları olarak belirtilmiş olmasıdır.
Başka bir şekilde beyan edecek olursak Sünnilik ve Şiilik arasında bir açıdan her ne kadar da farklılık ve ihtilaf olursa olsun, ikisi de tek bir aslın tek bir temelin kolları olarak ele alınır. Yani Şii ve Sünni arasındaki farklılık ve ihtilaf ikinci basamakta var olan ihtilaflardır ve birinci olan İslam ve Kelime-i Tevhid bayrağı mertebesinde tam anlamıyla vahdet hakimdir.
Ayrıca okumanızı tavsiye ederiz: "İbn-i Sina kimdir?"
Metafiziksel bir vahdet anlayışının temelinde bina edilen bu düşünce tarzında “İslami vahdet” olarak nitelenen ilkenin gerçekleşmesi için ne Sünni’nin Şii olması gerekir ne de Şii’nin Sünni olması gerekir. Bu anlamı ile “İslami vahdet” ilk günden itibaren zaten varlık sahibiydi ve “İslami vahdetin sağlanması” şeklinde beyan edilen nokta, yani “İslami vahdet” doğrultusunda çaba göstermek aslında bu hakikatin bilincinde olmak, bu gerçeğin farkına varmaktır. Dolayısıyla her daim “İslami vahdet” meselesinin akabinde “İslami uyanış”tan bahsedilir çünkü “İslami vahdet”, ‘olmayanı var etmek değil var olanın farkında olmaktır.’
Bu yazıda ele aldığımız anlamıyla “İslami ittihat” veya “Müslümanların arasında birlik” ibaresi aslında “İslami vahdet” tezinin güdümünde tefsir edildiğinde gerçek anlamını bulmuş olur. “İslami vahdet” kavramı daha geniş bir ilkeye işaret ederken “İslami ittihat” ise İslami vahdetin somut konulardaki bir tezahürüne değinmektedir. Dolayısıyla İslami vahdet mi İslami ittihat mı sorusunu bu yönüyle ele aldığımızda her ikisi; “Hem İslami Vahdet Hem İslami İttihat” demek mümkündür zira İslami vahdet olarak anlatılan tez zaten İslami ittihadı kapsar ve onu gerektirir.
“Müslümanlardan bazıları Şii bazıları ise Sünni’dir. Bir grup Hanefi bir kesim Hanbeli ve başka bir kesim de Ahbarî’dir. Bu meselelerin ilk baştan gündeme getirilmesi doğru değildi. Herkesin İslam’a hizmet etmek istediği bir toplumda bu meselelerin gündeme getirilmemesi gerekir. Biz hepimiz kardeşiz ve birlikteyiz. Ancak sizin âlimleriniz bir hususta bir fetva vermiştir ve siz o âlimi takip edersiniz, Hanefi olursunuz, başka bir kesim Şafii’nin fetvasına uyar ve başka bir grup da Hz. Sadık’ı takip edip Şii olur. Bunlar anlaşmazlık nedeni değildir”
“Bizim uyanış içerisinde olmamız gerekir ve bu konunun farkında olmamız gerekir ki “Müminlerin birbirinin kardeşidir” hükmü, ilahî bir hükümdür. Bunların (Müslümanlar) birbirine karşı kardeşlik dışında başka bir vasfı olamaz ve birbirleriyle kardeşçe davranmaya mükelleftirler. Bu (aynı zamanda) siyasi bir hükümdür; eğer Müslüman milletler birbirinin kardeşi olup birbirleriyle kardeşçe davranırsa, onlara hiçbir zarar gelmez ve hiçbir süper güç onlara saldıracak gücü bulmaz. Kardeşlerim bu meselenin farkında olmanız gerekir.”
İmam Hümeyni
“İttihat” kavramı “Kelime-i Tevhit” ekseninde vuku bulduğunda “İslami vahdet”in bir tezahürü olarak metafiziksel bir anlam da taşımakla beraber yine şer cephesine karşı direnip mücadele etmeyi, Filistin’in özgürlüğü için “el-Kuds-u Lena” (Kudüs bizimdir) demeyi gerektirir.
Müslümanların arasındaki ittihat ve birlik, “İslami vahdet” teziyle anlamlandırıldığında yine Şii ve Sünni’nin kimliklerinin korunmasıyla beraber ortak noktaların esas alınmasını gerektirmenin yanı sıra bu birliği Müslümanların arasında (ve onlara özgü) Kelime-i Tevihit ekseninde ve bir farkındalığın neticesinde oluşan bir birlik olarak tanımlanabilmesine yol açar.
Yine İslami vahdetin somut bir tezahürü olan “Müslümanların arasında ittihat” bu şekilde ele alındığı takdirde metafiziksel bir altyapıyı ele alarak, komünistlerin arasında ekonomik bir ittihat, Hristiyanlar ve Siyonistler arasındaki politik bir işbirliği, dinsizler arasındaki bir dayanışmayı değersiz kılarak söz konusu ittihat biçimlerinin değersiz zahiri ittihatlar olduğunu ve her türlü hakikatten yoksun formel ittihatlar olduğunu gösterir.
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعًا إِلَّا فِي قُرًى مُحَصَّنَةٍ أَوْ مِنْ وَرَاءِ جُدُرٍ ۚ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَدِيدٌ ۚ تَحْسَبُهُمْ جَمِيعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتَّىٰ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ
“Onlar toplu olarak sizinle savaşamazlar; ancak müstahkem kaleler içinde veya siperlerin arkasından korka korka savaşırlar. Kendi aralarındaki çatışmaları ise çok şiddetlidir. Sen onları dışarıdan birlik içinde sanırsın; halbuki kalpleri darmadağınıktır. Çünkü onlar, akıllarını kullanamayan bir gürûhtur.”
(Kur’an-ı Kerim; Haşr Suresi 14. Ayet)
Allah Tebâreke ve Teâlâ’nın Müslümanlara vahdet bilincini vermesi ve Kudüs’ün biran evvel özgürlüğü kavuşturulması dileği ile . . .
yorumunuz